Canlı vücudunun büyük bir kısmı su moleküllerinden oluşmuştur. Bazı vücut bölümlerinde bulunan su oranları şöyle sıralanabilir.
Diş minesinin %2’si, kemiğin %20’si, beynin %85’i, embriyonun %97’si ve tüm vücudun %60’ı sudur.
Su, sahip olduğu özellikler ile yaşamın vazgeçilmez bir öğesidir.
Örneğin bitkiler tarafından gerçekleştirilen fotosentez olayının temel maddelerinden biri sudur. Yine suyun yapısındaki oksijen, ayrıştırılarak fofotosentez sonucu atmosfere verilerek bizim solunumumuz için gereken oksijeni sağlar.
Su molekülleri arasında bulunan dörtlü hidrojen bağları, suyun vazgeçilmez özellikler kazanmasının altında yatan temel sebeptir. Bu bağlar, su moleküllerindeki pozitif yüklü hidrojenler ile negatif yüklü oksijen atomları arasındaki çekimden doğar.
Su moleküllerinin hidrojen bağlarıyla bağlanarak bir arada bulunması kohezyon kuvveti olarak adlandırılır. Kohezyon kuvveti etkisiyle su, bitkilerin iletim demeti elemanlarında kesintisiz bir sütun şeklinde uzanır. Bu şekilde su molekülleri bitkide yer çekimine zıt olarak metrelerce yukarı taşınabilir.
Bu taşınımda, su molekülleri ile bitkinin iletim demeti elemanları arasındaki çekim kuvveti de önemli rol oynar. Su molekülleri ile farklı moleküller arasındaki çekim kuvveti ise adhezyon kuvveti olarak adlandırılır.
O halde bitkilerde suyun taşınmasında hem kohezyon, hem de adhezyon kuvvetleri etkilidir.
Suyun, yüzeydeki molekülleri arasında oluşan kuvvet ise yüzey gerilimi adını alır. Bu kuvvet sayesinde suyun yüzeyi gerilmiş bir zar özelliği gösterir. Bazı böcekler, bu özellikten faydalanarak su üzerinde yürüyebilir.
Suyun Dünya’yı yaşanabilir kılan en önemli özelliklerinden bir tanesi ise öz ısısının yüksek olmasıdır. Öz ısı, bir maddenin bir gramının sıcaklığını 1oC artırmak için verilmesi gereken ısı enerjisi miktarını ifade eder.
Buradan hareketle, suyun geç ısınıp geç soğuduğu sonucuna ulaşabiliriz. Bu özellik sayesinde denize kıyısı olan coğrafi alanlarda gece ile gündüz arasındaki sıcaklık değişimleri çok az olmaktadır.
Ancak çöller gibi suyun çok az bulunduğu ortamlarda gece ile gündüz arasındaki sıcaklık değişimleri son derece fazla olmakta ve ortam birçok yaşam formu için elverişsiz hale gelmektedir. Su molekülleri gündüz saatlerinde soğurdukları enerjiyi akşam saatlerinde ortama geri salmaktadır.
Su aynı zamanda öz ısınının yüksek olmasından dolayı, terleme neticesinde vücut sıcaklığının istenmeyen seviyede artmasını da engeller. Buna ilave olarak buharlaşan ter yine vücut sıcaklığını düşürmeye yardımcıdır.
Su çok önemli bir çözücüdür. Bu nedenle biyolojik tepkimeler sulu ortamlarda gerçekleşir.
Suyun çözücü olduğu çözeltilere sulu çözeltiler denir. Örneğin, sofra tuzu ( NaCl ) su içerisine atıldığında, Na+ ve Cl- iyonlarına ayrışır. Na+ iyonları suyun – yüklü oksijen ucuna, Cl- iyonları ise suyun + yüklü hidrojen ucuna doğru gelir. Sonuç olarak sodyum ve klor iyonları su molekülleri tarafından kuşatılmış olur.
Bu sayede çok kuvvetli olan Na ve Cl arasındaki bağ su tarafından 80 kez zayıflatılır. Suda çözünmüş iyonlar hücre içine ya da dışına taşınabilir.
Kan dokunun büyük bir kısmını oluşturur ve maddelerin taşınmasında rol oynar.
Metabolizma sonucu oluşan birçok zararlı atığın seyreltilmesinden ve vücuttan atılmasında görev yapar.
Besinlerin sindirimine yardımcı olur.
Topraktaki maddelerin çözünmesini sağlayarak, bitkilerin ihtiyaç duydukları maddeleri kökleriyle almalarına yardımcı olur.
Su, + 4oC ‘de en yüksek özgül ağırlığa sahiptir.
Su donarken, moleküller arasındaki mesafe büyür ve özgül ağırlık küçülür. Bunun biyolojideki en büyük önemi, tatlı sularda yaşayan hayvanların kışı donmadan geçirmelerini ve jeolojik devirlerdeki hayvanların bugüne kadar gelmelerini sağlamasıdır.
Eğer suyun hacmi donma esnasında küçülseydi donan buz kütleleri aşağıda kalacak ve buradaki faunayı tahrip edecekti.
Bunların yanı sıra su, hücre ve dokulara yapısal desteklik te sağlar.
Otsu bitkilerin dik durmasında, göz küresinin şeklini muhafaza etmesinde, toprak solucanının hidrostatik iskelet yapısında su vazgeçilmezdir.
PDF DOSYASI İÇİN