Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel gözlemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi birikimine bilim denir.
Tanımından da anlaşılacağı üzere bilimsel bilgi zaman içerisinde birikerek ve gelişerek ilerler.
Bilimin temelinde yer alan felsefe, bütün bilim dallarının anasıdır. Kelime anlamı olarak ise felsefe, bilgi sevgisi olarak tanımlanabilir. Buna paralel olarak ilk filozoflar aynı zamanda dönemin bilim adamı idiler. Örneğin Thales matematikçi, Arşimet fizikçi, Aristo ise doğa bilimcidir.
Bilimsel bilgiye ulaşmanın temelinde meraklı olmak ve soru sormak yatar. Ortaya çıkan soruların cevaplarına ise belli bilimsel süreçlerden geçmek suretiyle ulaşılır.
Bilimsel bilginin genel özellikleri şöyle sıralanabilir.
Bilimsel bilgi olgusaldır, yani somut olanı konu alır.
Bilimsel bilgi nesneldir.
Bilim olanı olduğu gibi açıklar. Bilim adamı kişisel duygu, düşünce ve önyargılardan arınmıştır.
Bilimsel bilgi eleştiriye ve şüpheye açıktır.
Bilimsel bilgi dinamiktir.
Bilimsel bilgi zaman içerisinde değişir ve gelişir. Bu gelişmenin temelinde de şüphecilik yatar.
Bilimsel bilginin zaman içerisinde değişmesinde diğer bilim dallarındaki gelişmeler büyük rol oynar. Örneğin fizik alanında yeterli bilgiye sahip olmadan mikrobiyoloji alanında gelişmeden söz edilemez.
Biyolojide canlıların daha iyi tanınabilmesi kavranabilmesi ve bu canlılardan elde edilecek faydanın artırılmasında sınıflandırmanın önemi büyüktür.
Canlıları ilk olarak sınıflandıran ise ARISTO’dur. Ancak o dönemde canlıları sınıflandırmak için elde var olan yöntem sadece gözlem yapmak, sınıflandırmadan kullanacağımız kriterler ise canlının yaşama ortamı ve fiziksel görünümüdür.
Aristo tarafından bu iki kritere göre yapılan sınıflandırma bugün çok basit kalmakta ve ihtiyaçlara cevap verememektedir. Ancak bu durum Aristo tarafından yapılan çalışmaların değersiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi bilimsel bilgi birikerek ilerler.
Sınıflandırmada hücre yapısının kriter olarak alınabilmesi, gözle görülemeyen canlıların sınıflandırmaya dahil edilebilmesi için fizik biliminin gelişmesine mikroskopların yapımına ihtiyaç vardır. Yine DNA ve protein benzerliklerinin dikkate alınabilmesi de kimya biliminin elde edeceği yeni bilgi ve yöntemlere bağlıdır.
Bilimsel bilginin ilerlemesinin önündeki en büyük engeller önyargılar ve kabullerdir. Hâlbuki bilimsel ilerlemenin itici gücü şüphedir.
Biyoloji alanında çalışma yapan bilim adamlarının üzerinde durduğu önemli problemlerden biri de ilk canlının nasıl ortaya çıktığı sorusudur. Bununla ilgili birçok fikir bu zamana kadar ortaya atılmıştır.
Örneğin kendiliğinden oluş fikrini savunan ve Hollandalı bir bilim adamı olan Van HELMONT ( 1580 – 1644 ), bir kutu içerisine koyduğu buğday taneleri ve kirli gömleğin etkileşerek 21. günün sonunda fareye dönüştüğünü söylemiştir.
Ona göre gömlekteki kir, yeni bir canlı oluşturma gücüne sahip olup buğdayla etkileşip fareleri oluşturmuştur.
Bugün bu deneyin ve sonucunun çok geçerli olduğu söylenemez. Ancak bilimsel bir bilgiyi çürütmek ancak bilimsel yöntemlerle elde edilen verilerle mümkün olur.
Van HELMONT’un görüşü, İtalyan bilim adamı olan Francesco REDİ ( 1626 – 1697 ) tarafından test edilmiştir. REDİ, deneyinde et parçalarını kullanmıştır ve şöyle bir hipotez kurmuştur.
‘’Eğer cansız varlıklarda canlıyı oluşturabilecek bir öz var ise et parçalarından da canlı oluşmalıdır. ‘’
REDİ, bu hipotezini test edebilmek için, iki farklı kavanoza et parçaları koymuş, bu kavanozlardan birinin ağzını kapatmış, diğerini ise açık bırakmıştır.
Belli bir süre beklediğinde, açık bırakılan kavanozlarda sineklerin bulunduğu, ağzı kapatılan kavanozlarda ise sinek bulunmadığı gözlenmiştir. REDİ, deneyinin sonucuna dayanarak cansız varlıklarda canlıyı oluşturacak aktif bir özün olmadığı bilgisine ulaşmıştır.
Ancak o dönemki bilim dünyası kendiliğinden oluş hipotezine bağlı oldukları için bu deney onların kafasındaki canlılar cansız varlıklardaki aktif öz tarafından oluşturulur fikrini tam olarak çürütememiştir.
Deneyin sonuçlarına, et ile havanın temasının kesilmesi durumda havada bulunan aktif özün et ile etkileşemediği ve eti sinek şekline dönüştürecek şartların sağlanmadığı gerekçesiyle karşı çıkılmıştır.
Ancak daha sonra kavanozların ağzı havayı geçirebilen ancak, sineklerin geçmesine izin vermeyecek kadar küçük gözeneklere sahip maddelerce kapatılarak bu itiraz da çürütülmüştür.
Bu deneyin sonucundan da tatmin olmayan bilim dünyası, kendiliğinden oluş fikrinden PASTEUR ( 1822 – 1895 ) tarafından yapılan deney sonucunda tamamen vazgeçmiştir.
Buradaki süreçten de anlaşılacağı üzere bilimsel bir problemin çözümüne yönelik olarak ortaya atılan ifadelerin ( hipotez ), mutlaka deneylerle desteklenmesi gerekmektedir. Deneylerle desteklenmeyen bilgi geçerliliğini yitirir.
Van HELMONT’un üzerinde kafa yorduğu konulardan birisi de bitkilerin nasıl beslendiğidir. O güne kadar bitkilerin topraktan beslendiği konusundaki genel kabul, bu bilim adamının yaptığı deneyle çürütülmüştür.
Van HELMONT, saksıya diktiği söğüt ağaçlarını 5 sene boyunca sulamış ve bu sürenin sonucunda saksıdaki toprağın kütlesindeki azalmanın, ağacın kütlesindeki artışın çok altında kaldığını göstererek bitkilerin tamamen topraktan beslendiği fikrini çürütmüştür.
Bütün bu örneklerin sonucunda bilimsel bilgi, diğer bilim dallarındaki gelişme ile birlikte değişime uğrayan dinamik bir yapıdadır yargısına varabiliriz.
Bilimsel bilginin değişebilir niteliği, önceki çalışmalardan elde edilen bilgileri değersiz kılmaz. Örneğin EDISON’un ampulü bulana kadar yapmış olduğu ve başarısızlıkla sonuçlanan her bir denemesi aslında ampul nasıl yapılamaz sorusuna güzel birer cevap oluşturur.
Bunun yanı sıra daha güncel olması sebebiyle memeli hayvan klonlamasının ilk başarılı örneği olan DOLLY, kendinden önce yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan yüzlerce denemeden elde edilen bilgi birikimi ve tecrübenin sonucudur.
Bilimsel bilgi seçicidir.
Her bilim dalının kendine özgü bir çalışma alanı vardır. Bu sayede her bilim dalı kendi alanına giren konularla ilgili daha özel ve daha derin çalışmalar yapabilir.
Canlıları konu alan biyoloji bilimi, daha özel ve ayrıntılı bilgilere sahip olabilmek için değişik alt bilim dallarına sahiptir.
Örneğin,
sitoloji hücreyi konu alırken,
anatomi doku ve organların yapısını,
morfoloji canlıların dış görünüşünü,
fizyoloji hücre, doku ve organların çalışma prensiplerini,
sistematik canlıların sınıflandırılması ile ilgili kriterleri,
genetik kalıtsal materyalin dölden döle kalıtım prensiplerini,
ekoloji canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle etkileşimlerini,
mikrobiyoloji gözle görülemeyen canlıları,
biyokimya canlının yapısına katılan kimyasal maddeleri ve canlı vücudunda gerçekleşen kimyasal tepkimeleri,
zooloji hayvanları,
botanik bitkileri,
embriyoloji zigottan yetişkin birey oluşumuna kadar geçen süreçleri,
entomoloji böcekleri,
ornitoloji ise kuşları konu almaktadır.
Burada bir kaçı sayılan alt bilim dallarını daha da çeşitlendirmek mümkündür.
Bilimsel bilgiye kollektif bir çalışma sonucu ulaşılır.
Ekoloji bilimi, kendi araştırma alanına giren konularla ilgili gerçekliklere ulaşabilmek için çok değişik bilim dallarından sağlayacağı bilgilere ihtiyaç duyar.
Bilimsel bilgi kendi içerisinde sistemli ve tutarlıdır.
Bilimsel bilgi uygulanabilirdir.
Bilimsel bilgilerin uygulama alanlarına yansıtılması teknolojiyi oluşturur. Bilimle teknoloji arasında tabiî bir döngüsel ilişki vardır; bilimsel çalışmalar uygulamaya elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmeye yol açarken, teknolojik gelişmeler de bilimsel araştırmaların daha uygun şartlarda yapılmasını sağlayarak bilimsel gelişmeyi hızlandırmaktadır.
Örneğin, fizik alanındaki bilimsel çalışmalar neticesinde geliştirilen teleskoplar, astronomi alanında çalışma imkânlarını artırarak daha yeni bilgilere ulaşılmasını sağlar.Benzer bir ilişki mikroskop yapımı ve mikrobiyoloji alanındaki çalışmalar arasında da kurulabilir.
Bilimsel bilgi öngörüseldir.
Geleceği önceden tahmin etme ve bu konuda araştırma yapma olanağı sağlar.
Bilimsel bilgi deterministtir.
Olaylar hakkında nedensel açıklamalar yapar ve neden – sonuç bağı kurar.